İsmet KAVAKLIOĞLU’nu
Yakınları, Yoldaşları
Anlatıyor:
Yoldaşlarının İsmet'e Sözü:
SEN
RAHAT UYU YOLDAŞ, ÖĞRENCİLERİN SANA
VE TÜM
ŞEHİTLERİMİZE LAYIK OLDU, OLACAK...
"Arasıra takılırdık
ya birbirimize, kimler daha önce şehit düşecek diye. Ölüme sevdalı olduğumuzdan
değildi bu. Devrim uğruna ölecek kadar tutkunluğumuzdan, ölümü sıradanlaştırdığımızdandı.
Koğuşumuzun kapısından girince, tam karşımızda duran şehitlerimizin gözleri
karşılardı bizi. O gözlerin yanına kendi gözlerimizin konacağı günleri
düşünürdük. Şimdi senin gözlerin de orada ve bizlerin üzerinde. Tüm şehitlerimizinki gibi.
Seni anlatmak zor demeyeceğim. Çünkü,
'Bir Parti-Cepheli nasıl olur?' sorusunun cevabını vermek, seni anlatmak demek.
Bir komutandın sen. Sadece sözlerle öğretmiyordun
bizlere. Yaşamınla da bir o kadar öğreticiydin.
Yönetici insan tanımlanırken 'nesnelliğin üzerine
çıkabilendir' denir ya, bizim 'olmazlarımız', karşısında hep senin 'neden olmazmış'larını bulurdu. Sonra o 'olmaz' denilen işe
giriştiğini görürdük. Olmazların nasıl olura çevrildiğini, iş üzerinde kısa
sürede gösterirdin. Mete yoldaşın da bir sözü vardı ya, 'denemeyenin hiç şansı
olmaz' diye. İşte o 'şansları' bulup çıkaran yaratıcılığın çok şey öğretmişti
bize. Bazen de bakışlarınla anlatırdın. Yanlışı ve doğruyu aynı anda gösterirdi
o bakışlar.
Gözlerimin önüne getiriyorum seni: Elinde davul
korodasın, arkadaşların yanlışlarını düzeltmeye çalışıyorsun. Ya da mutfakta
tavanın başında yemekle uğraşıyorsun. Bir daktilonun başında saatlerce oturuyor
çalışıyorsun ya da bir yoldaşınla sohbet ediyorsun... Yaşamının her anından
görüntüler bunlar. Hepsi biraraya geldiğinde senin
devrimci yaşamını ortaya koyuyor.
Yoldaşların eğitimiyle özel ilgilenirdin. Bir
insanın ne kadar önemli olduğunu bilir, gerekirse saatlerce, günlerce
anlatırdın. Hapishaneden çıkan yoldaşlarımızın kavgaya sarıldıklarını duydukça
yaşadığın coşku yüzünden belli olurdu. Tersi durumda ise 'nerede hata
yaptığını' sorardın kendine. Sadece öğretmen değil, öğrenciydin de. Adlilerden
bile özel konularda bilgisi olanlarla sohbet eder, savaşımızda nasıl
yararlanabileceğimizi düşünürdün.
Sen sadece yoldaşlarının değil, siper
yoldaşlarımızın da saygısını kazanmıştın. Onlar bile, kimi zaman sorunlarını
paylaşacak, görüşlerini alacak biri aradıkları zaman senin yanına gelirlerdi.
Politikalarımızı kavratmaya çalışırdın, devrimci değerleri anlatırdın ısrarla.
Milim dahi düzeltmek başarıdır bizim için derdin.
Olaylara duygusal yaklaşmak sana yabancı bir
tavırdı. Tek kriter vardı senin için; Parti-Cephe'nin
çıkarları, politikaları.
Ulucanlar'da bir direniş destanı
yazdığımız saatlerde çatışmanın en önündeydin. Eksikleri kapatmaya çalışıyor,
değişen durumlara göre saldırıyı nasıl püskürteceğimiz, nasıl kayıp verdireceğimiz
düşünceleriyle doluydun. Çatışmanın sonlarına doğru yanına gelip 'ölmeden bir
sarılalım' diyen yoldaşına; 'Ne ölümü daha yapacak çok işimiz var' derken, son
anında bile bize savaşı kavratmaya uğraşıyordun.
Evet, daha yapacak çok işimiz vardı yoldaş. Ama
oligarşi seni de vahşice katletti. Birer sıra neferi olan Aziz ve Ahmet
yoldaşlarımız ile birlikte; öğrencilerinle, siper yoldaşlarınla zafere koştun
tereddütsüzce. Yapacağın işleri biz devraldık şimdi. Daha büyük bir azim ve
inançla yürüyeceğiz düşmanın üstüne. Yolumuz uzun, görevimiz büyük bunu da biliyoruz.
Ve bizi bu bilinçle donatan senin emeğindir.
Duyduk, Ankara'ya Karşıyaka'ya gömmüşler seni.
Eminiz Önderimiz Mahir Çayan gülen gözleriyle karşılamıştır seni orada.
Mahkemede Ulaş'a sarıldığı gibi sarılmıştır sana,
'Bizimkiler böyle ölür' diyerek. Özlem Bağcılar'dan
yükselen tilililer salmıştır gökyüzüne. Arslan Ankara'da zalime kin kusan mermilerinden sıkmıştır
gökyüzüne. Savaş bu ya, eğer olanak olursa, ilk işim senin yanına uğramak
olacak. Silahımın kabzasına yapışmadan önce mezarının başında tek bir sözcüğü
haykıracağım; İNTİKAM...
(...) Sen rahat uyu yoldaş, öğrencilerin sana ve tüm
şehitlerimize layık oldu ve olacak. Söz veriyoruz..."
***
İsmet'in Bir Mektup Arkadaşı Anlatıyor:
YOLA
ÇIKAN YOLCU DÖNMEZ YOLUNDAN...
Sevgili İsmet Abi,
Evet yine, sana yazmak için oturdum,
tarlamdaki ardıç ağacının dibine. Son görüşmemizde sana sık sık
yazacağıma söz vermiştim. Ama son kez yazacağımı hiç getirmemiştim aklıma.
Belki bu yüzdendir, yavrusunu kara bir yılana yedirmiş anaç bir kuşun içimde
çığlık çığlığa dönmesi. Belki bu yüzdendir, ölümün yanıma, canıma gelmesi;
gelip çökmesi ayaklarıma, yırtık şalvarıma, yamalı çoraplarıma, sarı kırmızı
morlu yazmama, yıllardır taşıdığım avuç içindeki nasırlı çizgilerime dolanması;
belki bu yüzdendir, gelip yoksul evime, eşiğime konması.
Acı haber tez duyuldu buralarda, şu koca
Karadeniz'de; bizim kente geldi, vardı köyüme. Kanatlı kapımızın demir zerzesine değdi. Kara yapılı damımızın kara bacasından
girdi, ocaktaki közümüzü deşti. Analara yakılmış ağıtlar sinelere vura vura söylenecek demder getirdi.
Zemheride çiçek açan ömrümüz 'Eylül'de buza kesti. Ovalardan, patikalardan,
koyaklardan geçti. Meşelerin, gürgenlerin, köknarların kara kabuklu gövdelerine
değdi acı haber. Her yıl sılasından ayrılan gurbetçi kuşların kanadına yol
aldı, vardı duyurdu sesini, yuvasını hep dağların yükseğine kuran şahanlara. Acı haber bu, Karadeniz'in bağrından akan
Kızılırmak'ın kara bağrını deldi de kanını içti.
Bana yazdığın bütün mektupları serdim tarlamdaki
kuru otların üzerine. Hele son gelen mektubun, taptaze, sıcacık dost kokusu
sinmiş. Cevabını hemen yazdım. Ama uzun zamandır mektubum gitmiyordu sana.
Hapishanede işgal başlamıştı, direniş vardı. Aç ve susuz bırakılmıştınız. O
zaman pırıl pırıl akan derelerde boğuldum, sütlü
buğdaylardan yaptığım aşımı daladı karıncalar.
Ölümü yakıştıramadım hiçbirinize. Hatırlar mısın,
ölümü ve yaşamı sormuştum sana. 'Vatan uğruna, halk uğruna ölmek şereflidir
bizde' demiştin. Ve uzun uzun Ölüm Orucu Şehitlerini
anlatmıştın bana. Ölümü önce soğuk buldum, kalleş buldum, zamansız buldum. Ne
idi ölüm? Sonra düşündüm, neydi yaşamak? Bir cesaretsiz kalbin düzgün ritmde atması mıydı yaşamak? Sırtında kamburlaşmış acıları
taşıyarak solumak mıydı yaşamak? Değildi elbet, bunu iyi bildim. Soluk almak
değildi yaşamak; yaşamak uzak ihtimal olsa da güneşi tutmaktı, siper etmekti
göğsünü işgal altında kalmış vatana. Ölümü böylesine yenmenin adıydı yaşamak.
Vatan uğruna gerektiğinde ölmekti yaşamak, bunu iyi belledim.
Bu mektubu sen okuyamıyorsun bunu biliyorum. İnce
uzun köy yolundan gelecek olan postacıyla cevap gönderemeyeceksin ve ben bir
solukta okuyamayacağım mektubunu. Bunu da biliyorum.
Sevgi üzerine yaz demiştin son mektubunda... Şimdi
ben o en güzel kavramın tanımını nasıl yapayım? Bana vatan sevgisini, halk
sevgisini, yoldaşlık sevgisini siz öğrettiniz. Kaburga kemiğimin altında çarpan
yüreğimi şu sayfanın neresine yazayım?
Bildiğim bir şey var, seni çok özleyeceğim. Ve
onurlu yaşamını bir rehber olarak yüreğimde taşıyacağım. Bilirsin biz gelecek
güzel günlerin ırgatlarıyız. Mevsimsiz umut ekeriz. Umut hiç tükenmez bizde, şu
dağların, şu toprakların bereketinde.
Şu karşımdaki taşlık arazinin arkasındaki kekik ve
reyhan kokulu, yamaçlarında çiçek açmış kınalı dağlara baktım. Bir de
alabildiğine uzanan yanık anızlı tarlalara. Toplanmış tüm özlemleri, birikmiş
tüm hasretleri, kini, öfkeyi, vatan sevgisini çekip içime, orağımı örse vurdum.
Zülfikar keskinliğinde biledim orağımı, koydum tarlamın sınırına. İt sürüsü,
çakal sürüsü, yılan, çıyan giremeyecek tarlalarımıza söz olsun... Girip de,
buğday fidelerinin, başaklarından tutup kökünü sökemeyecek toprağımdan söz
olsun...
Sana veda etmiyorum. Biliyorum gitmiyorsun hiçbir
yere, yanıbaşımdasın. Veda etmiyorum, sadece azığını
koyuyorum; mavi gözlü, ak bulutlu kızıla kesmiş akşam güneşini, isli ocaklarda
pişmiş aş kokusunu, kuşluk vakti yol eyleyen yolcu selamını; bir diyardan bir
diyara göçen turna sürülerini, dağları süsleyen yayla çiçeklerini, gökkuşağının
tam yedi rengini koyuyorum çıkınına. Tabii unutmuyorum hiç uçurtma uçurtmamış
köy çocuklarının gülümseyişlerini, orak vakti altın sarısı ekinler arasında bir
tırpanın kınına değen emekçi yüreğini, bir de deli rüzgarın
ıslığını. Bir söğüt gölgesinde ayran içimini, bir çobanın kavalından çıkan en
yanık türkünün ezgilerini koyuyorum azığına. Ama en çok umut koyuyorum. Tarlada
tohum gibi, tarlada başak gibi bolca umut...
Ve ben, o en uzun yola çıkıyorum. Hani sonunda güzel
günlerin var olduğu o en güzel yola.
Bilirsin yola çıkan yolcu dönmez yolundan.
Yolu yokuş olsa da...
Seni unutmayacağım...
***
Bir yoldaşı anlatıyor:
GURUR
DUYDUM
"İsmet yoldaşla ilk karşılaşmam, 1994 yılının
ortalarında Karadeniz'de oldu. Bölgede operasyon olmuştu ve sorumlum bölge
dışına çıkmak zorunda kalmıştı. Daha sonra görüşmek için beni bölge dışına
çağırttı. Normal görüşmemizi yaptıktan sonra bölgeye götüreceğimiz
misafirlerimiz olduğunu, geçici olarak kalacak yer ayarlamamız gerektiğini
söyledi. Kalacak bir yer ayarladık. Sorumlum misafirlerimizin kalacakları yeri
öğrendikten sonra yanımızdan ayrıldı ve bir süre sonra birlikte geldiler.
İsmet ile ilk olarak burada karşılaştım. İlk
gördüğümde bende olgun, ağır başlı, deneyimli ve sıcak bir insan izlenimi
bıraktı. Kısa sürede evde bulunanlarla kaynaştı. Aileye gerekli bilgileri
aktarıp uyarıları yaptıktan sonra sorumlumla randevulaşarak bölgeye geri
döndüm. Aradan bir ay zaman geçmişti. İsmet'in yanında kalan aileyle
karşılaştım. Yoldaşlarımı sordum. Aile içten bir cevapla, 'Biz onlara değil,
onlar bize baktı. Neredeyse evde bize hiç bir iş yaptırmayacaklardı. Ayrılalı
kısa bir süre olmasına rağmen onları çok özledik. Çok iyi insanlardı. Bir daha
görebilecek miyiz?' dediler. O an yoldaşlarımla gurur duydum. Yanında kaldığı
aile gerçekten de çok etkilenmişti. Her karşılaştığımızda konuyu İsmet'e
getirir, yaşadıklarını tekrar tekrar anlatırlardı.
...
Bulunduğumuz kurum gençlikten insanların yoğun
olduğu bir yerdi. Tahminimce İsmet bu kurumumuza gelmeye başlayalı fazla
olmamıştı. Ama insanlarımızla kısa sürede kaynaşmış ve onları etkilemişti.
Özellikle gençlikten insanlar İsmet'e ısınmış ve yakınlaşmışlardı. İsmet'in
hamsiyi çok sevdiğini keşfetmişlerdi ve yoldaşımız her geldiğinde bulup
buluşturup bir tepsi buğulama yaparlardı.
1995 yılı başlarında yeni bir bölge operasyonu
başlamıştı. Ben de gözaltına alınmıştım. Gözaltının yedinci günü yeni
gelecekler olacağı için bizi şubeden alıp başka bir karakola götürdüler.
Sonradan öğrendim ki bu gelenlerin içinde İsmet de varmış. Gözaltının 13. günü
savcılığa çıkarılmadan önce basının karşısına çıkarıldık. Kimler var diye
bakıyorken İsmet'i gördüm. Sol kolu havada zafer işareti yapıyordu. Daha sonra
öğrendim ki, İsmet polislere şubede kök söktürmüştü. Sorulan hiçbir soruya
cevap vermezken sloganlarla da işkencecilere meydan okumuştu. Polis fezlekede
bunu, 'Açlık grevi yaparak ve sorulara cevap vermeyerek, susma hakkını
kullanarak örgüt tavrı koyduğundan..!’ diye
belirtmişti. Adliyede sırayla savcılığa alınırken İsmet, çevresinde bulunanlara
müdahale ederek savcılıkta nasıl tavır alınması gerektiğini anlatıyordu. Birçok
insanın kafası net değilken, İsmet'in müdahalesiyle polisteki ifadelerini
savcılıkta red etmişlerdi. Savcının sevk ettiği
mahkemece tutuklanarak Samsun Hapishanesi'ne gönderildik. İsmet hapishanede
dışarıya haber göndermenin yollarını bulmaya çalışıyordu. Operasyonun bölgeye
vereceği zararın önüne geçme çabası, yoldaşımızın Parti-Cephe'yi, yoldaşlarını
ve devrimi sahiplenmesinin bir ifadesiydi.
Hapishanede adlilerin kaldığı bir koğuşa koyulduk. Burada
İsmet, inisiyatif koyarak yaşamı genel hatlarıyla
düzenlememizi sağladı. Kaldığımız yer hakkında bilgi toplamaya başladık. İsmet
koğuşumuzdaki adlilerle ilgileniyordu. Bu arada bizimle birlikte kalan bir
adlinin faşist çek senet mafyasının ayak işlerini yaptığını öğrendik. İsmet
adlilerin sorumlusunu çağırarak bu kişinin gitmesi gerektiğini, sabah onu
koğuşta görmek istemediğimizi nedenleriyle uzun uzun anlattı.
Ertesi sabah kalktığımızda adam koğuşta yoktu ve diğer adliler sevinçten
uçuyorlardı. Çünkü faşistlerin ayakçılığını yapan bu adam özellikle bu koğuşa
gönderilmiş ve insanları sürekli sıkıştırıyormuş. Bu tavrımız adliler üzerinde
çok etkili olmuştu.
Samsun Hapishanesi'ne gelişimizin üç veya dördüncü
günü Fransız emperyalizmi tarafından tutsak edilen önderimizin tutsaklığına son
verdiğini öğrendik. Bu bilgiyi tam olarak netleştirdiğimizde kutlama yaptık.
Marşlar, sloganlar ve halaylarla Önderimizin tekrar aramıza dönmesini kutladık.
Şubede oldukça ağır işkence görmüş ve henüz kendini fiziki olarak
toparlayamamış olmasına rağmen İsmet halayın başını çekiyordu. Acılar
içerisinde olmasına rağmen gözlerinden fışkıran coşku, yerinde duramayışı,
sevinci Önderimizi sahiplenişinin göstergesiydi.
Kutlama sırasında slogan ve marşlardan rahatsız olan
idare kalabalık bir şekilde koğuş kapısına dayanmıştı. 'Çevreyi rahatsız
ediyorsunuz' vb. sözler etmeye başladıklarında İsmet öfkeyle öne fırladı,
'Önderimizin aramıza dönüşünü kutluyoruz ve bunu hiçbir güç engelleyemez' dedi.
İdare fazla ısrarcı olamadan çekip gitti. O akşam İsmet yoldaştan Önderliği,
değerlerimizi, Parti-Cephemizi sahiplenme üzerine unutulmayacak bir ders
almıştık. Hepimiz sevinçliydik. Ama İsmet'in coşku ve sahiplenişi bambaşkaydı.
Ertesi gün İsmet bizi toplayarak gerek şube süreci, gerekse de öncesi hakkında
bilgi paylaşımı yapılmaması, gerekli soruşturmanın gideceğimiz hapishanede
yapılacağını, bu tür paylaşımların suç olduğunu anlattı. İlkeli ve kurallı
yaşam üzerine uzun uzun sohbet ettik. İsmet yoldaş
örgütün güvenliğine büyük önem veriyor, ilkeli, kurallı davranışlarıyla bize de
örnek oluyordu.
Samsun hapishanesinde geçici olarak kalacak, Ankara
Hapishanesi'ne yoldaşlarımızın yanına sevk edilecektik. Ancak aradan 6 gün
geçmesine rağmen hiçbir adım atılmamıştı. Sürekli oyalanıyorduk. İsmet yoldaş
bu sorunu çözmek için artık fiili bir şeyler yapmak gerektiğini, aksi takdirde
sevkleri geciktireceklerini söyledi. Daha sonra idareyle görüşüp sevk konusunu
çözmeye çalıştı. Ancak yine bir sonuç çıkmamıştı. Yoldaşımız idareye o andan
itibaren açlık grevine başladığımızı ve sevk olana kadar da sürdüreceğimizi
belirtti. Açlık greviyle birlikte koğuş pencerelerinden slogan atmaya başlamıştık.
Aynı gece sabaha karşı gardiyanlar gelerek bize sevklerimizin çıktığını, hazırlanmamızı
söyledi. İsmet yoldaşın hasmını iyi tanıması ve öngörüsü sayesinde bu sorunu da
kısa zamanda çözmüştük. Açlık grevine başladığımızda İsmet'e 'Bu iş biraz uzun
sürecek galiba, hazırlık yapalım' dediğimde, 'uzatmazlar, en kısa zamanda
gönderirler. İdare başına bela almak istemiyor' diye cevap vermişti. Haklı da
çıkmıştı. Düşmanı tanımak, nerede, nasıl davranacağını bilmek, İsmet'in
özelliklerinden biriydi.
Ankara Hapishanesi'ne 1995 Şubat'ının ilk günleri
gelmiştik. Hapishanenin ilk günlerinde Partinin güvenliği ve bölgede gerekli
tedbirlerin alınması için bildiklerimizi en ince ayrıntılarına kadar
sorumlulara aktarıyorduk. Bu dönem şube sürecinden kaynaklı bir
çoğumuzun kafasında soru işaretleri ve çelişkiler oluşmuştu. İsmet yoldaş,
deneyimleriyle bizim içinde bulunduğumuz ruh halini görmüştü. Tek tek herkesle sohbet ederek kendimizi nasıl sorgulamamız gerektiğini,
eksik ve zaaflarımızı nasıl aşacağımızı anlatıyordu. 'İnsan düşebilir, önemli
olan ayağa kalkmaktır. Parti ayağa kalkmak isteyen herkesin elinden tutar.
Yardımcı olur, yol yöntem gösterir' diyordu. Bu sözleri belki daha önce
defalarca duymuştuk ama İsmet'in yaklaşımı bizi etkiliyor ve güç
veriyordu."
***
SADE,
SAKİN AMA, CİDDİ
Bu bölümdeki anlatımlar, İsmet Kavaklıoğlu ile dışarıda veya hapishanede birlikte mücadele
eden bir çok yoldaşının anlatımlarından derlenmiştir:
"1995'in başlarında, akşam saatlerinde
getirilmişti Ulucanlar'a. İlk günlerde sakin ve ciddi
yapısıyla tanıdık O'nu. Sakinliği ve ciddiyeti insanlardan uzak durmasını
değil, her insanla düzeyli ilişki kurmasını sağlıyordu. Olgunluğu ve
ciddiyetiyle birlikte kısa sürede sevecenliğini, yoldaş sevgisini de tanıdık.
Sade, sakin ama, ciddi bir
görüntüsü vardı İsmet yoldaşın. Giyim-kuşam konusunda seçici olmamıştı. Her
zaman varolanı en temiz şekilde giyerdi.
Mütevazı kişiliği ile disiplinli olmayı,
planlı-programlı çalışmayı bütünleştirmişti. Disiplinli olmak, programlılık
O'nun kişiliğinde doğal bir hal almıştı. Konuşmasından kılık kıyafetine, oturup
kalkmasından çalışmasına kadar herşeyine hakim olan, diğer yoldaşlar tarafından örnek alınan,
yaşamını devrime adamış bir kişinin disipliniydi bu."
"Dur-durak bilmezdi. Kabına sığmayan bir
enerjiye sahipti. Saatlerce okur, yazar, diğer yoldaşların yazıları üzerinde
çalışır, yorulan gözlerini dinlendirmek için mola verdiğinde bile mutlaka başka
bir işe el atardı. Komün nöbetçilerinin günlük işlerine yardım etmeyi, yeni
gelen yoldaşlarımızla tartışmayı ve daha çok onları dinlemeyi severdi."
"Geceleri sabahlara kadar çalışmasına rağmen,
günlük komün yaşantısında da tüm işleri önemli-önemsiz ayırtetmeden
yapardı. Sabahladığı zamanlarda bile tüm uykusuzluğuna ve yorgunluğuna rağmen
sabah spora çıkar, buna özel önem verirdi. Yorgun olan yoldaşlar da ondan
etkilenir ve spora çıkarlardı."
"Ulucanlar'da bir
yıldan fazla bir süredir iki haftalık sürekli olarak çıkardığımız 'Mitralyöz'
adlı dergimiz üzerinde de İsmet'in büyük emeği vardı. Dergimize son halini
İsmet yoldaş verirdi. Baştan sona okur tek bir harf hatasına kadar düzeltir,
yanlışları varsa bize söylerdi. Dergiyi genelde O'na gece 03:00
gibi verir, sabah saat 06:00 gibi alırdık. Gece olmasına rağmen her yazıyı
büyük bir özenle okur, ek yapar, anlam bozukluklarını düzeltir, eksiklikleri
bir kenara not ederdi. Yazılarda yanlış bir düşünce varsa yazan kişiyle
konuşur, yanlışını kavratırdı.
Dergi çıkana kadar tüm aşamalarını düzenli kontrol
eder, kimi zaman uygun bir şiir, şehitlerimizin güzel bir sözü, bir alıntı vb.
eklerle dergimizi zenginleştirirdi.
Aldığı tüm sorumluluk ve görevlere rağmen, en çok
okuyanlarımızdan biriydi. Bu yoğunlukta nasıl okuyabiliyor diye hayret ederdik.
Haberleri kaçırmazdı. Akşam haberlerinde televizyonun kumandasını alır önlerde
bir yerde otururdu. Kurtuluş Gazetesi elimize pazartesi geçerdi. O gün görüş
günümüzdü. Görüş bittikten sonra koğuşa dönüp işlerini halleder ve geç saatlere
kadar Kurtuluş'u A'dan Z'ye
okurdu. Koğuşumuzda Kurtuluş'u ilk bitiren İsmet olurdu. Doğallığında Kurtuluş'u
ilk kim bitirecek yarışması başlatmıştı. Öyle ki, bir dönem sonra artık
Çarşamba gününe kadar koğuşun çoğu Kurtuluş'u bitirmiş oluyordu."
"'Parti'nin en değerli varlığı insandır' der ve
bu sözüne uygun davranırdı. Dinlemekten, konuşmaktan sıkılmaz, sabırla
doğruları kavratmaya, devrimci dinamikleri güçlendirmeye çalışırdı. Konuşması
etkileyiciydi. Etkisi inancından, kararlılığından, inanarak konuşmasından
geliyordu. Laçkalığa, dejenerasyona yol açacak davranışlara
izin vermez, göz yummazdı. Diğer siyasetlerden insanlar da O'nun yanında daha
ölçülü davranırlardı.
Kararlılığı her hareketine yansırdı. Yapmacık
tavırlara girmez, açık sözlülüğü ve dürüstlüğü ile herkesi etkilerdi.
Konuşması, neşesi, kahkahası, yoldaşlarına sevgisi, oligarşiye kini, herşeyi içten ve yalındı. Tüm bu özellikleriyle yoldaşlarının
güvenini ve saygısını kazanmıştı. O'nun içtenliği sayesinde karşısındaki insan
'yanlış anlaşılırım' kaygısına düşmeden sorunlarını anlatabilirdi.
Yeri ve zamanı geldiğinde söylenmesi ve yapılması
gerekenlerden kaçınmazdı. Bir hata, eksik bir iş yapıldığında söyleyeceklerini
sakınmadan söylerdi. Ama hiçbir zaman karşısındakine karşı yıkıcı olmazdı. Çok
sert çıkmış da olsa karşısındaki bilirdi ki İsmet haklıdır, eksikliğin bir daha
tekrarlanmaması için yapmıştır. Eksik ve zaaflara karşı tahammülsüzdü.
Hataların tekrar edilmesine hiç dayanamazdı. Hele ki, yönetici ya da sorumluluk
almış bir yoldaşımızsa hatayı tekrarlayan, vay haline! 'Yeter artık, ne zaman öğreneceksiniz,
hala düşmanı ciddiye almıyorsunuz' diyerek başlardı sözlerine.
İnsanlar
değerliydi İsmet yoldaş için. Günlerce konuşarak ikna etmeye çalışırdı. Bunun
için özel bir mekana ihtiyaç duymazdı. Bir bakarsınız voltada, bir bakarsınız ranzada oturmuş konuşuyor. Sakin
konuşurdu ama heyecan verirdi. Eğer karşısındaki insanda tutunacak en ufak bir
kırıntı görüyorsa onu yakalardı. En kötü durumdaki insanlara ilişkin hedefi, en
azından onların bize düşman olmamalarını sağlamaktır. Onlarla ilişkileri bu
temelde olurdu.
Yoldaşlarının
üzerine titrerdi. Sessizdi. Sert görünüşünün altında, büyük bir sevecenlik
taşırdı. Aldığı görev ve sorumluluklar gereği işleri yoğun olsa da yoldaşlarının
sağlık durumlarıyla yakından ilgilenirdi. Ölüm Orucu'nun ilerleyen günlerinde
direnişçi yoldaşlarımızla bir ananın çocuklarıyla ilgilendiği gibi
ilgilenmişti. Onlar uyumadan yatmazdı. Hani hep konuşuruz ya, yoldaşlık
ilişkileri, yoldaş sevgisi nasıl olmalı diye; İsmet yoldaş pratiğiyle bunun en
güzel örneklerini gösterdi.
Ölüm
Orucu gönüllüleriyle tek tek konuşurken İsmet
yoldaşın heyecanını, aynı zamanda da gözlerinin içinin gülüşünü hatırlıyorum.
İnsana güven veren sıcacık gülüşünü... İsmet yoldaş güldüğünde gözlerinin içi
güler ve gülüşü insanı sıcacık sarar. Kızdığında ise çakmak çakmak
yanan gözlerinin içine bakamazdık. Ama çabuk sakinleşir, şakalaşır, konuşurdu
insanlarla. O'nun kızgınlığı yapılan yanlışa yönelikti.
Bir
devrimcide olması gereken yoldaş sevgisi, halk sevgisi, insan sevgisi İsmet'te
somutlanmıştı. Ölüm Orucu döneminde gelip bizlerle ilgilenmesi, yanımıza gelip
sohbet ederek herşeyimizle en ince ayrıntısına kadar
ilgilenmesi bize güç verirdi. O'nun yanımıza gelip masaj yapması, elimizi
sıkıca kavrayıp avuçlarının arasında ovalaması benim için önemli bir destekti.
İrademizi daha da güçlendirip motive ederdi bizleri. Çoğu zaman yanımıza gelip
sohbet ettiğinde duygusallaştığını düşünmüşümdür. Zaman zaman
bizi incitmemek için çaba harcadığını gördükçe yaşadıklarını anlayabiliyordum.
Bize yavrusuna özen gösteren bir baba şefkatiyle yaklaşıyordu. Güven veren bir
kişiliği vardı. O'nun ellerine kendini emanet eden kişide hiçbir kaygıya yer
bırakmayan bir güvendi bu. Ölüm Orucu'nda İsmet yoldaş en az direnişçiler kadar,
hatta onlardan daha da fazla Ölüm Orucu'nu yaşamıştır diyebilirim. Her an
kafası Ölüm Orucu ile meşguldü. Çoğu zaman sabahlara kadar kalıp bizimle
ilgilenirdi."
"Düşmana karşı son derece kinliydi. Eğitim
çalışmalarında, günlük sohbetlerde, özel konuşmalarda bu kini bizlere de
aktarırdı. Özellikle şehitlerden bahsederdi. Şehidimiz Bülent ÜLKÜ'den çok etkilendiğini sık sık
anlatırdı. O'nun gözaltındaki tavırlarını, düşmanı şaşkına çeviren, perişan eden
hareketlerini büyük bir coşkuyla anlatırdı.
İsmet demek, isyan demekti. Ele avuca sığmaz
ataklık, cesaret, cüret, gözü karalığın doruk noktası demekti. İsmet demek
devrime inanç temelinde oligarşiye duyulan öfke, kin demekti. Düşman karşısında
değil boyun eğmek bir defa olsun geri adım attığı görülmedi. Tutsaklık
koşullarında idareyle aramızda yaşanan hemen her sorunda o gür, hükmeden
sesiyle 'Böyle Olacak! Yapacaksınız! dediğinde
tartışma biter ve O'nun dediği olurdu. Bir yoldaşının sorununu saatlerce
konuşan İsmet, düşman karşısında tartışmalara, uzun diplomatik görüşmelere
tahammül göstermezdi. Soruna el koymuşsa, düğüm bıçakla kesilircesine
çözülürdü. İsmet KAVAKLIOĞLU devrimci inisiyatiftir.
Hızlı ve pratik düşünür. En kritik anlarda bile çözümler üretir, anlık kararlar
alır ve uygulardı. Kitle gücünü kurmayca harekete geçirirdi.
(...) İsmet yoldaşın bir başka önemli özelliği de
özgürlüğe olan tutkusudur. Hapishanede kaldığı süre içerisinde birçok özgürlük
eyleminin örgütleyicisi, emekçisi olmuştur. Bayan yoldaşların başlattığı
özgürlük eylemi idare tarafından açığa çıkarılmıştı. İsmet yoldaşın gözlerinin
dolduğunu ilk kez o zaman gördüm. İlk önce bu tavrının duygusallıktan kaynaklandığını
düşünmüştüm. Ama öyle değildi. Tam tersine özgürlüğe kavuşma ve savaşa katılma özleminin
çok büyük olmasındandı. Kısa bir süre sonra yeni bir özgürlük eyleminin
çalışmasını örgütlemeye başlamıştı. Bülent PAK yoldaşımızın şehit düştüğü haberini
aldığımızda özgürlük eylemimiz devam ediyordu. İsmet yoldaş haberi duyduğunda
gözlerindeki kin ve öfke çok net olarak görülebiliyordu. Sohbetimizde 'Bülent PAK'ın intikamını almalıyız, bunun için işimize daha sıkı sarılmalıyız!
demişti."
"Kendisini tanıyan herkeste saygı uyandırırdı.
Siper yoldaşlarımızdan ailelerimize ve adli tutuklulara kadar bu saygıyı görmek
mümkündü. Bu saygıyı da örnek kişiliği ve yaşamıyla yaratırdı. Koğuşumuzda
birçok insanımızın 'İsmet Abi gibi olacağım'
sözlerine o kadar çok tanık oldum ki. Senin gibi olacağız yoldaş. Senin kadar
kinli, tavizsiz, emekçi ve disiplinli olacak, sıramız geldiğinde senin gibi
kahramanca çatışacağız."
***
Ulucanlar
Direnişçilerinden TKP(ML) savaşçısı
Cemal
ÇAKMAK İsmet KAVAKLIOĞLU'nu anlatıyor;
DÜŞMAN
KARŞISINDA TAVİZSİZ DURUŞUN ve
DEVRİMCİ
DAYANIŞMANIN ADI: İSMET KAVAKLIOĞLU
"(...) Kuşkusuz ki, en geniş ve dolu anlatımı,
yoldaşları, Partisi yapacaktır. Bu satırlar olsa olsa,
birlikte kaldığımız zaman dilimi içerisinde farkedebildiğimiz
kadarıyla en öne çıkan özellikleri ve bizde bıraktığı derin izlere bir değinme
olabilir ancak.
Evet, derin izler!..
Devrimci dostluğun ve dayanışmanın cömert
hazinesiyle karşılaştınız mı hiç? Karşılaşanlarınız mutlaka o tarifi güç
duygularla da dolup taşmıştır. İşte bunun için İsmet'i anlatmak zor geliyor,
hem de oldukça. Dayanışmanın göz kamaştırıcı hazinesini satırlarla resmetmek
kolay değil ki. Hele de benim için.
Dostlarına omuz vermekten bir an olsun geri durmaz,
tereddüt göstermez. Yeter ki yapılan, yapılacak olan devrim lehine olsun. Çaba ve olanaklarını esirgemez, hesapsız, hilafsız yapar yaptı
mı... Bunu birçok kez bizzat gördük, yaşadık. Örneğin; dostlarımızın
dayanışmasına oldukça ihtiyaç duyduğumuz bir süreçte, bunu kendisine
belirttiğimizde, hiç tereddüt göstermeden yoldaşlarıyla birlikte oldukça
anlamlı ve örnek bir dayanışma gösterdi. (Bu konuda benzer bir tutum ve katkıyı
yine Ulucanlar şehitlerimizden Habip GÜL dostumuzdan da gördük.) Gösterdiği
dayanışmadan dolayı memnuniyetimizi, duygularımızı ifade etmek, paylaşmak
istemiştik. Ancak gerçekten de tarifi zordur böylesi duyguların. Bütün içten
duygularımızı bir tek kelimeye yükleme becerisini ancak gösterebilmiştim. Bu
sıkıntımı anlamıştı teşekkür ederim dediğimde; 'Ya, birbirimize ihtiyacımız
olduğunda yardımcı olmayıp da ne zaman olacağız. Aynı şekilde bizim ihtiyacımız
olduğunda, biz de talep ederiz. Birbirimize karşı sorumluluğumuzdur,
görevimizdir değil mi?' sözleriyle yaşadığım duygu yoğunluğunu dağıtmaya
çalışmıştı. O, dostlarının kendisine ihtiyacı olduğunu hisettiğinde
tereddütsüz dayanışma tutumuna ve dostlarına da ihtiyaç duyduğunda hiçbir kibire kapılmadan, devrimci mütevazılıkla dostlarının da bu
sorumluluğu yerine getirmelerini talep eden bir olgunluğa sahipti. Bundandır
ki, en darda olduğunda katkılarını çıkarsız, ikirciksiz sunanlardan biri
olagelmiştir hep, dostluğun iyi temsilcisi İsmet! Bu hususta, Ulucanlar'da örnek devrimci dostlarımızdandır bizim nezdimizde O.
Mütevazı ama kararlı kişiliği, soğuk
kanlı ama devrimci coşku ile dopdolu yüreğiyle insanı sımsıcak sarıp
sarmalayan can dostumuz, İsmet'imizle uzun sayılabilecek bir süre beraber
kaldık Ulucanlar mevzisinde.
Yaratıcılığın, yapıcılığın sebatkar
emekçisi... Birlikte bir iş, bir eylem ya da yapılması gerekli herhangi bir şey
oldu mu, bütün yaratıcılığını katardı. Fikrini söyler, dostlarının fikrini
sorar, insanları şevklendirir, o işin kotarılması için elinden gelen herşeyi yapardı. İllegalite ve
güvenlik noktasında olması gereken bir hassasiyete sahipti. Bu hususta da ortaya
çıkan bir eksiklik farketiğinde hemen onu tamamlayan
olur, bu tutumuyla öğretici, yapıcı bir pratik sergilerdi. Örnek bir tutuma
sahipti bu hususlarda.
Aynı alanda birlikte kaldığımız süreç içerisinde
gerek alanın özgül sorunları için olsun, gerekse CMK kararları gereği olsun,
örülen direnişlerdeki aktivitesi ve düşman karşısındaki net duruşuyla da
tanırız O'nu. Bu hususlardaki yaratıcılığı, soğukkanlılığı, devrimci coşkuyu ve
iyimserliği iç içe geçmiş olarak görürüz onda. Kendiliğindencilik ve umutsuzluğa
onay vermeden böyle durumlarda disiplin ve coşkuyu şahlandıran tutarlı bir
yapısı vardı. Bunu bünyesine öyle yedirmişti ki, hiçbir yapmacık ve abartı
göremeyeceğiniz, doğallıkta yaşama geçirirdi ve çevresinde yaygınlaştırmayı sağlardı
bu sayede.
Sosyal ilişkilerdeki sıcaklığı ve zenginliği de ayrı
bir olumlu özelliğiydi. Hemen her konuda verimli bir sohbet edilebilecek
birikime, bunu dost sıcaklığıyla yapan bir içtenliğe sahipti. Espri ve
takılmaları ayrı bir hava, canlılık katardı sohbetlere.
Bu denli olumlu özellikleri birarada
taşıyan ve birlikte birçok şey paylaşılan böyle birini anlatmak gerçekten de
güç. Ki, zaten bu satırların ancak belli yönlerine bir değinme olabileceğini
söylemiştik.
O, son anına dek düşman karşısında tavizsiz devrimci
duruşunu korudu. Ad ad aranılıp özel işkenceden
geçirilenlerin arasındaydı. En vahşi işkenceler altında devrimin bayrağını
canı, kanı pahasına kahramanca dalgalandırdı. Ve bütün devrim şehitleri gibi,
halklarımızın onurlu kütüğüne kazınıp ölümsüzleşti.